
HİKAYEMİZ
TATAVLA
NEFES ALMAK.
Kurtuluş Caddesi Halas Apartımanı’nda
Nefes Almak: “Tatavla Atölye”
2011 yılı bütün ülke açısından sıkıntıların kurumsallaşma sürecinin başlangıcıydı. Özellikle kültürel yozlaşma, dejenerasyon, erozyon yerleşik bir kültüre dönüşmek üzereydi. Alt yapı sistemleri artık üst yapı kurumlarını da etkilemeye, belirlemeye başlamıştı. Aydınlar ve sanatçılar için çemberin daralışının konsantre hali oluşuyordu. Nefes almamız gerekiyordu. Bu zamana kadar tiyatrocu kimliğimle hocalık kimliğim at başıydı. Farklı ve önemli kurumlardan gelen tekliflerle sürdürüyordum hocalığımı. Etrafımda sözüne güvendiğim insanlar bu dersleri kendi açacağım kurumda vermem gerektiği yönünde önerilerde bulunuyordu. Hep sırtımı çeviriyordum bu önerilere. Çünkü ticarileşme tabbıma aykırıydı. Bir Pazar günü, ders verdiğim kurumdan o zamanlar ikamet ettiğimiz Kurtuluş’taki evime dönerken bir kiralık ilanı gördüm. Çok heyecanlandım, ne yapıp edip Pazar Pazar mekanı gördüm. Kurtuluş Caddesi üzerinde, bir ikinci kattı. Görür görmez kafamda içi mimarisini oluşturdum ve orada otuz kişilik bir salon oluşturarak kendi sahnemizi açmaya karara verdim. Kurtuluş’ta oluşacak bu salonun adı, Kurtuluş’un eski adı olan Tatavla olacaktı. Sözcük ile ilgili yaptığım bir araştırmada, sözcüğün “at ahırı”nı da kapsadığı bilgisiyle karşılaştım. Bir Shakespeare hayranı olarak, tabii ki Shakespeare biyografisine hakimdim ve Shakespeare’in zamanında tiyatroya gelen seyircilerin atlarına bakıp, o atları ahıra götüren kişi olduğunu biliyordum. Bağlam ve loogo kendiliğinden çıkıverdi: Göz kırpan bir Shakespeare portesi. Ama bunu çağdaş sanatla ilişkilendirmek adına stencil / grafitti formunda olacaktı bu Shakespeare.
Ardından ilk hayal kırıklığı geldi. Apartman yaşı ilerde Ermeni ve Rumlar’ın oturduğu bir apartmandı. Hala korku içindeydiler. Yakın bir zaman önce Hrant katledilmişti, daha münferit bir şekilde lanse edilen Samatya’da yaşlı bir Ermeni’nin canice cinayeti basının gündemine oturmuştu. Tiyatroyu çok seven komşularım, apartman içinde bir tiyatronun onları çok tedirgin edeceğini söylemişlerdi. Derhal vazgeçtim. Onları bir de benim tedirgin etmeye hakkım yoktu. Hepsinden onay alarak burayı tiyatro eğitimin verileceği bir alana dönüştürdüm. Yalnız değildim. Yanı başımda, o sıralar oğlumuz Memo’ya hamile olan Tuba vardı. Hala ve hep olduğu gibi… Böylece “Tatavla Atölye” kurulmuş oldu. Atölyenin bir mottosu vardı: “Kendi oyuncusunu, yazarını, yönetmenini yetiştirmek…”. Yani bir ekol sahibi olmak. Hiç yalnız kalmadık. Öğrencilerle, asistanlarla, sanatçı dostlarımızla, destekçilerimizle - ki ilki Levent Üzümcü’dür-…
AKTÖR KEAN.
Tatavla Tiyatro’yu Müjdeleyen Oyun: “Aktör Kean”
Dersler devam ederken kendi müstesna çevremizden prodüksiyon talebi geldi. Denileni yapmalıydım. Çünkü bu bizim ortak alanımızdı. Proje ararştırırken RaymundFitz Simons’ın “Aktör Kean” oyununa ulaştım. Çok heyecanlandım. Tiyatronun iç meselelerini, erkle ilişkisini, özel hayatın dokunulmazlığını ve biricikliğini tartışan bir oyundu. Dostum Tolga Yeter’e önerdim projeyi. Kabul etti. Alican Kargın’ın müzik direktörlüğünde, Sibel Taka’nın sahne tasarımıyla ve Canan Göknil’in eline çabuk, maharetli ve yüksek estetiğe sahip kostümleriyle oyun seyirciyle buluştu. Kıymetli dostlarım Tolga Yeter ve Yelda Serbes’in tiyatroları olan Tiyatro Karnaval’da seyirciyle buluşmaya başladı. Ardından Emek Sahnesi ve Hayal Perdesi bize kapılarını açtı. Biz destek olmak için gidip Kumbaracı50’de, Sahne Hal’de, Şermola Performans’ta oynadık. Çok yazılıp çizildi oyun hakkında, çok ödül aldı. Hala da oynuyoruz Tatavla Tiyatro’nun kuruluşunu müjdeleyen bu ilk oyunumuzu…
Kendi iç birimimizde yaptığımız uzun toplantılar sonucunda yeni meselemizin kadına yönelik şiddet, taciz ve çocuk gelinler olmasına karar verdik. Bu konuda bir oyun yapacaktık. Yazılı edebi metin taramaları ve projenin çalışanlarının kendi kaleme aldıkları metin parçalarıyla bir tekst oluşturduk. Yeni projenin adı “Üç Kadın Bin Turna” idi. Bu sefer ‘hareket tiyatrosu’ formunda seyirciye ulaşacaktık. Projeyi Arda Alpkıray tasarladı ve yönetti. Ayça Bildik, Yeşim Egemen Özaydın ve İrem Erkaya canlarını, ruhlarını dişlerine takarak seyirciyle buluşturdular Tatavla Tiyatro’nun ikinci prodüksiyonunu.
TATAVLA SAHNE.
Kurtuluş’tan Cihangir’e Yolculuk: “Tatavla Sahne”
Küçücük arabamıza atlamış o sahne senin bu sahne benim geziyorduk. Çok yorucuydu. Daha da önemlisi bu gezici tiyatro hali oyunların estetik formundan eksiltiyordu. Ve yeni bir karar aldık: “Kendi sahnemizi açmazsak, Tatavla Tiyatro ileride çocuklarımıza anlatacağımız hoş bir anı olarak kalacaktı!”. Bütün sahne arayışlarımız hüsranla sonuçlanıyordu. Bir gece bir haber geldi. Mahir Günşıray’ın sorumluluğunda olan ve o dönemde Jale Karabekir’in yönettiği Cihangir Sahne boşaltılıyordu. Sabahı beklemeden harekete geçtim. Bir dizi telefon görüşmesinin ardından, ertesi sabah Mahir’le buluştuk. Hemen anlaştık. Çünkü o bir tiyatrocuydu. Artık bir sahnemiz vardı: Tatavla Sahne!
Şimdi sıra açılış oyununu bulmaya gelmişti. Şehir Tiyatrosu’nda Cabaret adlı oyunda oynuyordum. Harbiye Açıkhava temsiliydi. Sahnemizin oluşumuna Cabaret ekibi büyük destek vermişti. Kuliste oturmuş her zamanki gibi tiyatro konuşuyorduk. Dostum Ergun Üğlü şu anda Arthur Miller’ın “Cadı Kazanı” oyununun ne kadar da uygun düşeceğini söyledi. Heyecandan yerimde duramıyordum. Asistanıma telefon edip oyun metnini getirmesini söyledim. Hem oyun oynuyordum hem de Cadı Kazanı’nı okuyordum. Oyun bitmeden kararımı verdim. Tatavla Sahne’nin ilk oyunu Cadı Kazanı olacaktı. Ustalarım karşı çıktı. Memo yeni doğmuştu. Bu oyunu yaparsam büyük bir yasaklamayla sahnenin kapatılabileceğini söylediler. Dinlemedim ve oyunu yönettim. Çok ilgi gördü.
Bir yandan biz oynuyor, diğer yandan sahnemizi misafir ekiplerin kullanımına açıyorduk. Bunu küçük bütçelerle yapıyorduk. Çünkü dişimizle, tırnağımızla kamusal bir alan yaratmıştık. Artık o alanın sahibi de biz değildik. Tiyatrocu herkesti.
2016 tiyatro sezonunda yeni projelerini teker teker hayata geçiren Tatavla Tiyatro, bu yılın ilk oyunu Ömer Akgüllü’nün yönettiği ‘‘Lysistrata Düşleri’’ni seyirciyle buluşturdu. Oyun, “insan neden savaşır?’’ sorusunu sahneye taşıyor. Bunları Yiğit Sertdemir’in yönettiği Moliere’in “İnsandan Kaçan’’ oyunu takip etti. Ardından Sophokles’in Antigone’siyle başladığı yeni dönem repertuvarını, ülkenin içinde bulunduğu koşullarla ilintili olarak Jean Anouilh’in “Antigone” siyle sürdürdü.
Aynı zamanda Tatavla Tiyatro, Şehir Tiyatrosu oyuncusu Derya Yıldırım’ın yazıp yönettiği 3 – 6 yaş grupları için hazırlanan “Yuno’’ isimli çocuk oyununu seyircisiyle buluşturarak, Cihangir halkını çocuk tiyatrosuyla tanıştırdı.
Selim İleri’nin ölümsüz eseri “Allahaısmarladık Cumhuriyet” oyunu tiyatronun başyapıtları arasındaki yerini aldı. En kıymetli oyuncularından, oyun repertuvardayken aramızdan ayrılan Hale Akınlı, bu oyunda Halide Edip rolünü canlandırmaktaydı.
Vodvil türünün en önemli örneklerinden sayılan Ken Ludwig’in “Oyun Karıştı” adlı oyunu da görücüye çıkan oyunlarımız arasındaydı.
Bunu ilk Shakespeare oyunumuz olan “Bahar Noktası” takip etti. Can Yücel’in farklı söylediği türkçe, Tatavla’nın kendi orkestrasıyla müzikli ve danslı bir oyun olarak, kalabalık kadrosuyla seyirci huzuruna çıktı.
Takip eden sezonda yazarlığını ve yönetmenliğini Prof. Dr. Metin Balay’ın üstlendiği iki proje hayata geçti. Biri “İnadına Yaşamak”ın devamı niteliğinde olan “İnadına İnsan”, diğeri Cumartesi Anneleri’nin ve kayıpların hayatını mercek altına alan “Küskün Yüreklerin Türküsü”… Hemen ardından Özge Midilli’nin tasarım, reji ve koreografisini yaptığı, güncel sanatla önemli bir buluşma niteliği taşıyan, ‘fiziksel tiyatro’ olarak adlandırılan “An” ve Fatma Özcan’ın kaleme alıp, Semah Tuğsel’in yönettiği, tiyatroda mimari arayışları estetik olarak da irdeleyen “İki Kadın” seyirciyle buluştu.
EKOLOJİK YIKIM.
Tiyatro Tatavla ve Ekolojik Yıkım
2019 / 2020 sezonunda Tatavla’nın temel meselesi dünyanın içinde bulunduğu ve bizim de müdahil olmamıza binaen, ‘ekolojik yıkım’ ve ‘küresel iklim krizi’ydi. Grips Tiyatrosu’nun kıymetli bir metni olan “Gök, Toprak, Hava, Deniz” oyununu tekrar ele aldık ve günümüz dramaturjisiyle bu oyunu “İnsan Çağı / Antroposen ya da Kapitalosen” adıyla uyarlayarak seyirciyle buluşturdu. Tatavla’nın diğer oyunlarından ayrı bir yerde duruyordu bu oyun. Öncelikli olarak yaş kategorisi yoktu. Ebeveynler, gençler ve çocuklar aynı anda izledi bu oyunu. Her oyunun ardından konunun uzmanları bir forum yaptı. Bilimsel danışmanlar gözetiminde çalışılan bu oyunla ilgili Prof. Dr. Ömer Madra şunları yazdı:
“Sanatın toplumsal dönüşüm araçlarından biri olduğunu düşünenlerden biriyim. Hem de en önemlilerinden biri. Tiyatronun da bu anlamda müstesna bir yeri var bence. Sofokles’ten Shakespeare’e, Brecht’ten Beckett’e … düşünsenize.
Radyonun da öyle olduğunu düşünenlerden biriyim ben. Hele bağımsız radyoların, “radyo tiyatroları”nın ve radyoda metin okumalarının… Dylan Thomas’tan Walter Benjamin’e, Dostoyevski’den Camus’ye, Orson Welles’den Harold Pinter’a, Oğuz Atay’dan Adalet Ağaoğlu’na, “Düş Zamanı”ndan Binbir Gece masalları’na, oradan Andersen masallarına, oradan Yaşar Kemal Röportajları’na, Aziz Nesin Hikâyelerine … böyle akıp gider işte.
Tiyatrocu ve radyocu Eraslan Sağlam öncülüğündeki Tatavla Sahne de benim gözümde böyle bir dönüştürücü odak oluşturuyor. Eraslan, 25. yayın yılını sürdüren Açık Radyo’da uzun yıllardır yaptığı programlarda, yönetip oynadığı oyunlarda mesela bir yandan yeryüzünün en eski medeniyetinin kurucuları aborijinlerin düşlerinin izini sürerken, bir yandan da Bilge Karasu’nun Bizans ikona kırıcılarının dayanılmaz ağırlıktaki yolculuğuna eşlik eder, ardından, Masumiyet Müzesi’nin sonu gelmez “karşılıksız aşk” labirentlerinde dolaştırır bizi.
Öte yandan, sekiz yıldır faaliyetlerini sürdüren Tatavla Sahne’de yapılanlara birkaç örnek vermek gerekirse, şunlar oldu mesela: İnsanoğlunun ve insankızının gelmiş geçmiş en eski, en temel etik ve politik meseleleri, savaş-barış ikilemini derinlemesine ele alan ve kadim Yunan dünyasından günümüze uyarlanan Sofokles/Anouilh tragedyası “Antigone” ustalıkla sahnelendi. Günümüzün ve hatta geleceğimizin en önemli – belki de son – tragedyası olan küresel iklim krizi de orada seyircilerin gözleri önüne çıktı. Hepimizi toptan yokoluşa götürecek büyük krizi durdurmaya muktedir tek kuşağın, yani –başta grevci Greta olmak üzere– tümü harika o “şimdiki çocuklar”ın muazzam küresel isyanını ve mücadelesini dünyada en erken sahneye yansıtanlardan biri, Tatavla Sahne oldu…
Eraslan’ı, Tatavla Sahne’yi ve Açık Radyo’yu takip edin ve takipte kalın derim.
Ömer Madra”
SAHNE ve PANDEMİ.
Tatavla Sahne ve Pandemi
Tatavla yolculuğuna devam ediyor. Pandemi koşullarında, pandemi koşullarına rağmen… Yeni çalıştığı proje, Özen Yula’nın kaleme aldığı, 1839 Osmanlı topraklarında boy veren kolera salgını, bu salgından kaçmaya çalışırken, kendilerini Eyüp’te bir kahvehaneye kapatan iki meddahın hikayesi: “Rahvan Giden Atlılar”.
Hemen ardından mütevefa oyuncusu Hale Akınlı’nın aziz hatırasına “Allahaısmarladık Cumhuriyet” oyununu seyircisiyle buluşturdu. Hale Akınlı’nın yerine kimseyi koymadan, ama onu çoğaltarak… Hem de ilk temsilini Akınlı’nın hayatını, yıllarını verdiği Şehir Tiyatrosu sahnesinde yaparak…
Geçen sene Tatavla pandemiye rağmen 200 gece “perde” dedi. Çünkü orası kamusal bir alan! Kendi oyunlarından daha çok misafir ekiplerle sahnesini paylaştığı bir alan. Bütün bu zorlu koşullara rağmen Tatavla kapanmayacak, yine “perde” diyecek. Hem kendisi için, hem yersiz yurtsuz misafir ekipleri için, hem de gözünün nuru seyircileri için…
Eraslan Sağlam
ÜYELİKLER.


